Kutuplaşma zirvesindeki bu topraklarda halkımıza siyasetçiler trollerle menfaatlerini doğru diye yayarken, figüranlara da kes, kopyala yapıştır rolünü biçtiler!

Bir süredir gündemi, doğumun nasıl yapılacağı şekillendiriyor.

Bir taraf bu benim bedenim, nasıl doğuracağıma da ben karar veririm, diyor.

Öte tarafa Sağlık Bakanı zatın, sezaryen doğum karşıtı tezleri de konunca, muhalefet toplu halde bu durumun da anti demokratik bir uygulama olduğunu seslendiriyor.

Bir Pazar yazısı olarak bu durumu kaleme alırken, aslında eleştirel bakış gibi en doğal hakkımızın bile nasıl şekillendirildiğini göstermeye çalışacağım.

“TÜRKİYE Q KLAVYE KULLANACAK, KULLAN!”

Dr. Sholes yazı makinesi, ilk daktiloyu keşfettiğinde, tuşların ardındaki kolların, eş anlı vurulduğunda birbirini kırdığını tespit ederek, yavaş yazan bir klavye kurgulama kararı almış. Tam o sırada, Amerikalı bir şirket onunla sponsorluk anlaşması yapmış. Anlaşmaya göre, yeni klavye tüm dünya dillerini yavaş yazmak üzere tasarlanırken, sadece sponsor şirketin adını hızlı yazacakmış.

Böylece, tüm dünya dillerini yavaş yazarken, o şirketin adını (Typewriter) hızlı yazan “Q klavye” pazara çıkmış.

İleriki süreçte, ülkeler kendi ulusal dillerini en hızlı yazan klavyelere geçmiş. Ve aralarında yapılan dünya klavye şampiyonasında Türkiye’nin “F” klavyesi ile yarışanlar 6 kez üst üste dünya şampiyonu olmuş. Bunun üzerine artık talep görmeyen Q klavye için pazarlama endüstrisi, gözüne klavye şampiyonu Türkiye’yi kestirmiş.

Günümüzde, Q klavye kullanan bir kısmı aydın çok sayıda insan, bu durumu “En iyi klavye, en hızlı, İngilizceyi en hızlı yazan” gibi asılsız gerekçelerle ifade ediyorlar.

Peki, gerçek olmayan şeylere niye inanıyoruz?

Topluma sosyal medya aracılığı ile bir bilgi veriliyor. Belli bir süre yalanlanmayan bu bilgi yeni gerçeğimiz oluyor.

Kirli bilgi profesyonel troller aracılığı ile yayılıyor. İletişim Doktoru Yazgülü Aldoğan, günümüz itibariyle bu maaşlı troller sayısında dünya rekorunun Türkiye’de olduğu tespitini yapıyor.

“Sosyal medyadaki bilgilerin yüzde 92’sini troller üretiyor.”

Halkımız, önceden hazırlanmış ve dijital makyajlı süslü tümceleri, kes, kopyala, yapıştır mantığı ile yayıyorlar.

Tıpkı, Q klavyenin iyi olduğu bilgisini yaydıkları gibi.

Marx, insanların hayal perdesini, gerçek ile yıkarsanız Size öfkelenirler, diyor.

 

19 MART İLE KUTUPLAŞMADA ZİRVEYE ÇIKTIK!

Özellikle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 19 Mart’ta yapılan operasyon sonrası, toplum iyice kutuplaştı.

19 Mart’a kadar Erdoğan’ın bilinçli politikası ile gerçekleştirilen kutuplaşma ateşine, CHP Lideri Özgür Özel’in boykot çağrısı da odun taşıdı.

Özel’in haklı olmasından bağımsız olarak ifade ediyorum, o günden bu yana artık kamuoyunun algısı, “Bizimkiler” ve “Masanın karşı tarafı” olarak şekilleniyor.

Terörün birinci hedefi o memleketteki doğal yaşam şeklini bozmaktır.

An itibariyle terör bu hedefinde zirve seviyesine ulaşmış durumda. AK Parti taraftarları için Erdoğan ve muhalif kanat için İmamoğlu artık eleştirilemez, kutsallar durumunda. Bu modaya septik düşünmesi gereken gazeteciler de maalesef uymuş durumda.

Söz konusu doğum siyasetin diline dolaşınca, konuyu kadın doğum uzmanlarına değil gazetecilere tartıştırıyoruz.

Sezaryeni, Türkiye’nin önde gelen bir uzmanına,

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği İstanbul Şube Başkanı, İÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru’ya sorduk.

Buyru, sezaryenle doğumda Amerika’nın bazı eyaletlerinde tıbbi zorunluluk şartı arandığına işaret ediyor.

Kıdemli ebe hemşire Seher Kara, aynı kısıtın Almanya’da da olduğunu belirtiyor.

Niye, sorusuna Prof. Dr. Buyru şöyle yanıt veriyor.

“Bebek açısından risk söz konusu değil.

Anne için ise sezaryenin ve vajinal/ normal doğumun artı ve eksileri var.

Sezaryende, bağırsak yaralanması olabilir. Yine mesane idrar kesesi yaralanması ya da organlar arasında yapışıklık riski var.

Yine annede pelvik ağrıda artıştan ileriki hamileliklerde dış gebeliğe kadar birçok soruna sebep olabilir.

Sezaryen doğum ile dünyaya gelmiş bebeklerin özellikle 39. haftasını tamamlamadan gerçekleşen doğumlarda solunum problemleri ortaya çıkıyor. Rinit alerjen gibi…”

Prof. Dr. Buyru, çözüm olarak, vajinal doğumda epidural anesteziyi yaygın hale getirmeyi öneriyor.

O halde, hekimler neden sezaryeni tercih ediyor?

Buyru, Türkiye’nin Avrupa’nın en obez ülkesi olduğunu anımsatıyor.

İri bebekler doğuruyor anneler. Neredeyse bir avuç vitamin kullanıyorlar. Doktorlar da bu iri bebekleri vajinal doğumla doğururken, kol, omuz çıkığı gibi ileride kendilerine milyonlarca liralık tazminat davalarıyla uğraşmak istemiyor. Devlet de bu kazalarda sorumluluk alıp, tazminatlara ortak olmalı.”

“ALMANYA BEBEK İÇİN DE ANNE İÇİN DE DOĞAL DOĞUM DİYOR”

Ebe Hemşire Kara ise, kendisinin de bir anne olduğunu belirtirken, normal doğumun, hem anne, hem de bebek için de daha iyi olduğunu belirtiyor. “Almanya’daki yaygın kanaate göre, normal doğum sürecinde bebek anne karnından çıkarken ilk ve en önemli mücadelesini gerçekleştirir. Buna karşın sezaryende bebek böyle bir mücadeleye girmez ve yaşam içindeki mücadele gücü daha zayıf olur. Yine 40’lı yaşlarda daha kolay bunalıma ve depresyona girer.

Annenin vücudu ise doğal doğum olmadan doğum yaptığını anlayamaz. Ve hamilelik için vücudun hazırlığını geri çevirmek için ilaçlara başvurulur.

Normal doğum sancılı olabilir ama sezaryen sonrası anne dikişliyken hastanede yürütülmek zorunda kalır. Sonrasında da daha uzun bir süre acı çeker…”

Yani, anne sezar, diyemez mi?

Gazeteci M.Y.D şöyle anlatıyor:

“Aslında süreç şöyle işliyor. Ak Merkez civarında sosyetenin de gittiği bir profesör eşimin doğumunu takip ediyor. Her şey normal giderken, sona doğru hekim, ‘Normal doğumda bazen bebeğin oksijene ulaşmasında sorun olabiliyor. Hem Sizin ağrı eşiğiniz de bunu kaldıramayabilir’ sözleriyle anneyi korkuttu. Ve kararımız değişti.”

Zaten bu sözlerle, özel hastanelerdeki doğumların yüzde 80’inden fazlası sezaryen doğum şeklinde gerçekleşiyor.

Yine jinekologlar sezaryen sayesinde doğumların takvimini ayarlayarak, daha fazla doğumu, daha hızlı ve istediği bir zaman planlaması ile gerçekleştiriyor.

2003’TE TÜRKİYE SEZARYENDE DÜNYA 3. OLDU!

2003’de Türkiye’de sezaryen doğum oranı yüzde 21 iken 8 yıl sonra 2010’da bu oran yüzde 46’ya çıkarken, Türkiye bu alanda dünya 3.’lüğüne yükselmişti.

Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan sezaryen doğuma karşı olduğunu belirtirken, 2012’de Batı’da olduğu gibi, sezaryende tıbbi zorunluluk şartı, Türkiye’de yasalaşmıştı.

REİSE YAKIN HASTANEDE SEZARYEN ORANI YÜZDE 94

Buna karşın Erdoğan ailesinin açılışını yaptığı ve en çok destekledikleri Medipol Hastanesi’nden adının açıklanmasını istemeyen bir uzman, hastaneleri için sezaryen oranı yüzde 94 seviyesinde olduğunu kaydediyor.

SEZARYEN YASAĞINDAN SONRA ORAN YÜZDE 48’E YÜKSELDİ

Yasak kararı, sigara yasağı gibi uygulanınca şimdilerde ise Türkiye’de sezaryen doğum oranı yüzde 48’i geçmiş durumda. Ve ülkemiz dünya sezaryen doğum oranında dünya birinciliğine doğru koşuyor.

Hal böyle olunca, sezaryen anne için ya da bebek için daha iyidir, diyemeyen özel hastane lobisi, “normal doğum yoktur, vajinal doğum vardır” diye bilimsel gibi görünen bir sloganla durumu telafi etmeye çalışıyor.

Kes, kopyala, yapıştır ile sorgulamaktan ve araştırmaktansa kolaya sarılan pek çok kanaat önderi de, aynı lobiye bilerek ya da bilmeyerek kendini kullandırıyor.