Daha da umut kırıcı olan ise, Türkiye’yi dükkân gibi yönetenlerle kışla gibi yönetmek isteyenlerin dışında elle tutulur bir seçeneğin ufukta görünmemesi.”
Geçtiğimiz Pazartesi günü Beyoğlu Tom Tom Sokak’ta “Serenita” adlı mekânda ilginç bir arkadaş grubu bir araya geldi.
Toplantıyı düzenleyen Gülseren Onanç, bir iş insanı.
CHP’de Genel Başkan Yardımcılığı yaptı.
YENİ BİR ENTELEKTÜEL
SOHBET KULÜBÜ: SERENİTA
Serenita, son zamanlarda eski gazeteci ve diplomatların kitaplarının tartışıldığı bir entelektüel mekân haline geldi.
Geçtiğimiz haftalarda eski Büyükelçi Volkan Vural’ın çok konuşulan kitabı için de böyle bir sohbet toplantısı düzenlenmişti.
Öğrendiğime göre önümüzdeki günlerde de yine bir eski gazeteci Şahin Alpay’ın hatıra kitabı tartışılacakmış.
Bu tartışmaların değişmez animatörü de Hürriyet’ten ayrılan Sedat Ergin.
Her iki toplantıya da davetliydim ama gidemedim.
Ama toplantının içeriğini katılanlardan dinledim.
Ayrıca Gülseren Onanç Instagram hesabından bu toplantıyı ve bazı fotoğrafları paylaştı.
YALI ÇOCUĞUNDAN, VİTRİNDEKİ
MALA BİR GAZETECİNİN HAYATI
Osman Ulagay Türk basının önemli simalarından biri.
Cumhuriyet Gazetesi’nden, Sabah’a, oradan Milliyet’e Türkiye’nin önde gelen üç gazetesinde yazmış.
Kitabı ilginç.
Bir yalı çocuğu olarak zengin bir ailede dadılarla, mürebbiyelerle büyümüş.
Kitabın o bölümleri çok renkli ve dönemin hayatı hakkında zengin gözlemler var.
28 ŞUBAT 2010 GÜNÜ
YAZILAN BİR VEDA YAZISI
Kitapta bir bölüm var ki, okudum, bir defa daha okudum.
Ulagay o bölümü biraz kısa geçmiş, ben o günlere gidip, biraz daha ayrıntılara baktım.
Ve önüme ibret dolu bir tablo çıktı.
Osman Ulagay köşe yazarlığını ve gazeteciliği bıraktığı günü anlatıyor.
Tarih 28 Şubat 2010 günü…
Bir gün önce Başbakan Erdoğan AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada kızdığı köşe yazarlara ve gazete patronlarına yönelik ağır bir konuşma yapmış:
VİTRİNDEKİ O “MALLARIN”
ÜCRETİNİ SEN ÖDÜYORSUN
Bakın o gün aynen şunu söylüyor:
“Ben şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok... Bir taraftan geleceksin hükümete vuracaksın, ‘Niye ücretler böyle’ diyeceksin. Öbür taraftan ekonominin çökmesi için de köşe yazarlarınla her şeyinle elinden geleni yapacaksın. Eğer şurada yüzde 6.5 puan piyasalar düşüyorsa bunun sebebinin kimler olduğu ortadadır... O insanlara kalemleri teslim edenler der ki ‘Kusura bakma kardeşim, bizim dükkânda sana yer yok’. Çünkü herkes vitrinine layık olanını koyar.”
VİTRİNDEKİ MALLAR PİYASAYI
YÜZDE 6.5 PUAN DÜŞÜRÜYORMUŞ
Evet o gün Başbakanın kızdığı medya patronlarına söylediği sözler aynen böyle.
Gazeteciler için “Patronun vitrinine layık olan” diye bir tanım yapıyor.
ChatGBT’ye “Vitrine konan şeye ne denir” diye sordum:
“Teşhir ürünü”, “Numune”, “Manken” ve “Mal” gibi cevaplar geldi.
Yani, Patronların vitrine koyduğu “mallar…”
Ve bu “Mal köşeyazarları” yazdıkları ile piyasaları 5-6 puan düşürüyorlar.
ULAGAY’IN YAZISI
O GÜN ŞÖYLE BİTİYOR
Osman Ulagay o gün bir yazı yazmış.
Yazısını şöyle bitiriyor:
“Daha da umut kırıcı olan ise, Türkiye’yi dükkân gibi yönetenlerle kışla gibi yönetmek isteyenlerin dışında elle tutulur bir seçeneğin ufukta görünmemesi.”
Bu ortamda ister istemez şu soruyu sorma noktasına geliyorsunuz:
Seçeneksizlik ortamında yazı yazmaya devam etmenin, onu bunu eleştirmenin bir anlamı var mı?
Sayın Başbakan haklı galiba, bu ‘dükkân’da bize yer yok. Sayın Başbakan’ın “sivil” ve “demokratik” hışmına uğramadan bu işi noktalamak yapılacakların en doğrusu mu olacak acaba?”
ULAGAY O GÜN KÖŞE YAZARLIĞINI
VE GAZETECİLİĞİ NOKTALADI
Osman Ulagay o gün yazısında “Bu işi noktalamak en doğrusu” demiş ve kendince en doğru olanı yapmış.
Köşeye yazarlığını ve gazeteciliği bırakmış.
Aradan 15 yıl geçti.
Bugün Başbakan Erdoğan’ın “Vitrindekilere hakim” olun diye ağır sözlerle eleştirdiği madya patronlarının hiç biri artık medyada değil.
Onlar olmadığı gibi, o patronların vitrindeki “malları” haline indirgenen köşe yazarları da yok artık o gazetelerde, televizyonlarda.
Onların gazeteleri ve medyaları tamamen iktidarın eline geçmiş.
BUGÜN BÜTÜN VİTRİNLERİ TANZİM
EDEN MEDYA PATRONU KİM
Şimdi artık Türkiye medyasında vitrinleri düzenleyen tek patron var. Medyanın yüzde 90’ının patronu İletişim Başkanlığı…
Gazetelerin yazı işlerine, televizyonların reji odalarına kadar giriyor her an.
Vitrinlerdeki eski mallar gittiği, yerine yeni mallar konduğu şu günde ekonomi yükseldi mi?
Hayır, tam aksine ekonomi son 23 yılın en kötü dönemini yaşıyor.
Daha net söyleyelim.
Vitrindeki malına hakim ol denilen patronların bulunduğu dönemde bu ülkede henüz “Güçlendirilmiş Başkanlık Hükümeti” sistemi yoktu ve ekonomi bugünden çok ama çok daha iyi durumdaydı.
VİTRİNE KONAN YENİ MALLAR
EKONOMİYİ YÜZDE KAÇ DÜŞÜRDÜ
O günden bu yana enflasyon anormal yükseldi.
Faizler anormal arttı.
Türk parasının değeri anormal düştü.
Şirket iflasları başladı.
Asgari ücret dipte.
İnsanlar perişan.
O GECE OSMAN ULAGAY’IN ŞU
SORUYU SORMASINI BEKLEDİM
Serenita’da o gece Osman Ulagay’ın ağzından şu sorunun sorulmasını bekledim. Çünkü hakkıydı sormak.
“Sayın Cumhurbaşkanı, bizler için vitrindeki mal dediniz. Ben bu sözünüz üzerine gazeteciliği bıraktım. Artık ne o vitrinler var, ne de o vitrindeki mal gazeteciler. Şimdi vitrinler bambaşka mallarla dolu. Sadece gazete vitrinleri değil, televizyonların vitrine dönmüş ekranları da yüzlerce malla dolu. Ekonomi dipte. Bunun sebebi hangi vitrin sahibinin hangi mallarıdır?
O gün “Vitrindeki malların” ücretini gazete sahipleri veriyordu. Bugün artık kim veriyor. Direkt iktidar değil mi…
YENİ VİTRİN NERESİ
YENİ MALLAR KİM
Artık o vitrinler yok… Peki yeni vitrinler nerede ve vitrindeki o yeni mallar kim?
Cumhursbaşkanının A 330 uçağına davet edilen gazeteciler mi?
İktidar gazetelerinin köşelerindeki arkadaşlarımız mı?
İktidar televizyonlarının altıya bölünmüş kutularında konuşan kafalar mı
Ben hiç biri için “Vitrindeki mal” demem, diyemem.
Çünkü iktidarı eleştirmek kadar desteklemek de gazetecinin hakkıdır…
Ama ekonomideki düşüşü gazetecilere bağlıyorsanız…
O zaman söyleyeceğim bir söz var.
İKTİDAR VİTRİNİNİN, 19 MART VE MEHMET
ŞİMŞEK YAZILARI KAÇ PUAN GÖTÜRDÜ
Günlerden beri iktidara yakın gazete ve televizyonlarda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i devirmek için atılan manşetleri, yazılan yazıları, ekranlarda söylenenleri izliyorum.
, İstanbul’in seçilmiş Byükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbakanı Adayı Ekrem İmamoğlu’na yargı yoluyla yapılanlara, iktidar yanlısı gazetecilerin, konuşmacıların, daha iddianamesi bile hazırlanmamı insanlar hakkında yaptıkları ağır konruşmalara, yazılara bakıyorum.
Sizce bu yayınlar son 3 ayda faizleri yüzde kaç yükseltti?
Turizmi ne kadar etkiledi…
Piyasayı ne kadar vurdu?
NEYSE Kİ ARTIK KİMSE İÇİN
VİTRİNDEKİ MAL DENMİYOR
Neyse ki iyi bir gelişme var.
Cumhurbaşkanı artık medya mensupları için “Vitrindeki mallar” demiyor.
Bunu şöyle yorumlayabilir miyiz?
Demek ki artık iktidar ekonomideki kötü gidişin “Vitrindeki mallar” yüzünden değil, bizzat kendi yanlış uygulamalarından kaynaklandığını kabul etmiş.
Bu da iyi bir şey….
Öyle olmasa Cumhurbaşkanı İletişim Başkanlığı medyasına da fena yüklenirdi.
BOZULMA 2010’DAKİ YETMEZ AMA
EVET REFERANDUMU İLE BAŞLADI
O yazının çıktığı yıl 2010’du…
Yani “Yetmez ama evet” Anayasasının geçtiği yıl.
Türkiye’nin tersine gidişi, Yargının çöküşü, özgürlüklerin yok edilmesi, otoriterliğin rejim haline gelmesi o Anayasa ile başlamıştı.
2017 Sistemin “Tek adam rejimine” dönüşünü perçinlemişti.
İKTİDAR MENSUPLARINA ULAGAY’IN
KİTABINI TAVSİYE EDERİM
Bence iktidar üyeleri için de Osman Ulagay’ın kitabını okumanın tam zamanı.
Özgür bir basın herkesten önce iktidar için gerekli.
O yüzden özgür bir basının bulunduğu dönemlerde Türkiye ekonomisi çok daha iyidi.
Meclisin güçlü, yargının tarafsız, insanların özgür olduğu bir Türkiye’de ekonomi çok daha iyidi.
NE DİYORDU TÜRK EKONOMİSİNİN
DEVRİMCİSİ ÖZAL: ÜÇ HÜRRİYET
Ne diyordu rahmetli Turgut Özal;
“Bir ülkede düşünce hürriyeti; İnanç hürriyeti; Girişimcilik hürriyeti olmazsa kalkınma olmaz.”
Buna bir de adalet ve yargıyı eklemek gerektiğini de şu son üç ayda çok daha iyi öğrendik.
Tabi vitrinlerin özgürce düzenlendiği bir medyayı da unutmamak lazım.
Çeşitli, renkli ve özgür vitrinler hem bir mahalleyi, hem bir ülkeyi, hem de demokrasiyi çok daha güzelleştirir.
***
(*) Osman Ulagay: “”Bir Ömrün Aynasında: Türkiye’de 82 Yıl”. Doğan Kitap, İstanbul, 2025
Çünkü her zamankinden daha çok birliğe, beraberliğe ihtiyacımız var...” Özlenen köşe yazarı
Türkiye’yi fena halde “demokratikleştirdiğini” iddia eden Sayın Başbakan’a göre ideal köşe yazarının, iktidarın yalakalığını ve patronunun hizmetkârlığını yapan biri olması gerekiyor. Bu kurala uymayan köşe yazarını kulağından tutup kapının önüne koymak da patronun görevi. Patron görevini yapmazsa iş ‘demokrat’ Başbakan’a kalacak herhalde.
Kimilerine göre bunları düşünebilen ve söyleyebilen kişi, Türkiye’de “birinci sınıf demokrasi”yi gerçekleştirecekmiş. Türkiye “normalleşme” yolundaymış.
Dükkân gibi mi kışla gibi mi?
İngiltere’nin ilk kadın başbakanı Margaret Thatcher, başkanı olduğu Muhafazakâr Parti’yi üst sınıfların temsilcisi olarak göstermeye çalışanlara, kendisinin bir dükkâncı kızı olduğunu hatırlatırdı. Başbakan Erdoğan da sık sık “tezgâhtan yetişmiş olmanın” önemini vurgular, siyasi rakiplerini “iş bilmemek”le suçlar.
Dükkân sahipliği ya da tezgâhtarlık küçümsenecek işler değil ama dükkân işleten ya da tezgâhtarlık yapan birinin ufkuyla ülkeyi ya da ekonomiyi yönetmeye kalkarsanız sonuç pek parlak olmayabilir.
- Ülkeyi ve ekonomiyi yönetecek ufka sahip değilseniz, küresel krizin etkilerini öngöremezsiniz, “Teğet geçiyor” dediğiniz kriz ekonominizi can evinden vurur.
- Yarattığınız güven krizi ekonomiyi küçültürken binlerce işyeri kapanır, yüz binlerce kişi işini kaybeder.
- Bunları umursamaz görünürsünüz ama yabancıların hâkim olduğu borsada (İMKB) kendi yarattığınız gerilim nedeniyle yüzde 6.5 düşüş yaşanınca da paniğe kapılıp suçlu köşe yazarı ararsınız.
- IMF ile aklınız sıra koyun pazarlığı yapıp başınız sıkıştığı anda “Anlaşma yakın” diyerek durumu kurtarmaya çalışırsınız.
Dünya düzeni ve küresel ekonomi büyük bir çalkantının içinden geçerken Türkiye’nin bu anlayışla yönetilmesi insana hiç umut vermiyor.
Seçenek umudu yoksa